Aşure ve Kerbela

OKUYUCULARIMIZDAN, "Aşure Günü" ve bununla bağlantılı olarak "Kerbela Olayı" hakkında pek çok soru aldım. Biz de bugünkü yazımızda "Aşure" ve Kerbela Vakası üzerinde duracağız.

Aşure kelimesini, 10 sayısı anlamına gelen "aşr", "aşir" veya develerin anlamına gelen "işr" kökünden türemiş Arapça bir kelime sayanlar olduğu gibi, İbranice "aşür" sözcüğünden geldiğini söyleyenler de vardır. Bazı dilbilimciler, sözcüğün, Sami dilleri arasında ortak bir sözcük olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Aşurenin, Musevilik inancında "Büyük Kefaret Günü" için kullanıldığını da Tevrat’ta görmekteyiz. Aşure gününde oruç tutmak Yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan aşureyi bayram günü sayarak birtakım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı.

* * *

Aşurenin menşei hakkında şu görüşlere yer verilmektedir:

Adem Peygamber’in tövbesinin kabulü, Nuh’un tufandan kurtulup gemisinin Cudi Dağı’na oturması, İbrahim Peygamber’in ateşte yanmaması, Musa Peygamber’in Firavun’un zulmünden kurtulması ve Firavun’un boğularak ölümü, Yakup Peygamber’in oğlu Yusuf’a kavuşması, Eyüp Peygamber’in hastalıklarının geçip iyileşmesi gibi birtakım önemli hadiselerin bu günde gerçekleştiği şeklinde rivayetler mevcuttur. Bu olayların birçoğuna Musevilik ve Hıristiyanlıkta da inanılmakla birlikte Kur’an’da bu ifadelere yer verilmemiştir.

Aşure, cahiliye devri Araplarının da oruç tuttuğu bir gündü. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra, aşure orucunu tutmuş ve ashabına da tutmalarını emretmişti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca Hz. Peygamber, "Aşure Allah’ın günlerinden bir gündür. Dileyen tutsun, dileyen tutmasın" buyurmuştur. İslam bilginleri, aşure orucunun sünnet olduğunda görüş birliğine varmışlardır. Musevi gelenekten ayrılmak için sadece Muharrem ayının 10. günü olan aşure gününde değil, 8, 9 ve 10. günlerinde oruç tutulmasının daha iyi olacağı telkin edilmiştir.

Aşurenin İslam tarihinde siyasi bir yönü de vardır. Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 61’de Kerbela’da şehit edilmesinden sonra İslam dünyası için bu tarih önem kazanmıştır. Muaviye’nin, oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife olarak tayin etmesi ve daha hayatta iken Yezid için biat toplamış olması başta Hz. Hüseyin olmak üzere tüm Müslümanları rahatsız etmiştir. Muaviye’nin ölümünden sonra Yezid’in tahta geçmesi üzerine Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmeyerek Medine’den Mekke’ye hicret etti, fakat sürekli bir biçimde Yezid’in tehdidi altında kaldı.

Kufe halkı, Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmekten kaçındığını öğrenince kendisini Kufe’ye davet etti. İmam Hüseyin, yanında 72 kişiyle birlikte Kufe’ye 70 kilometre uzaklıkta bulunan Kerbela’da Yezid’in askerleri tarafından kuşatıldı ve susuz bırakıldı. Daha sonra da başı kesilerek şehit edildi.

İslam tarihine kara bir leke olarak düşen bu hadisenin uzun ve acıklı hikáyesini burada anlatmaya yerimiz elvermediğinden, kısaca anlatmaya çalıştık.

Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmeyerek mücadeleye kalkışmasının birtakım haklı sebepleri vardır. Babası Hz. Ali, Müslümanların çoğunluğunun biatını almış meşru bir halife iken, kendisiyle mücadeleye girilmiş ve şehit edilerek halifelik elinden alınmıştı. Babasından sonra kendisine biat edilen ağabeyi Hz. Hasan’ın karşı karşıya kaldığı zor durumlar neticesinde hakkından feragat etmek zorunda kalması Hz. Hüseyin’i böyle bir hak mücadelesinin içine çekmiş olsa bile hareketinin hedefindeki gerekçe farklıydı. O, hareketinin hedefini kardeşi Muhammed b. Hanefi’ye yazdığı bir vasiyette şöyle açıklamıştır:

"Ben, azgınlıktan, makam-mevki sevdasıyla fesat çıkarmak ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım. Ben, ceddimin ümmetini ıslah etmek, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak ve ceddim Resulullah ve babam Ali b. Ebu Talib’in yolunda hareket etmek için o şehirden ayrıldım."

* * *

Hz. Hüseyin’
in mücadelesinin asıl amacı, halifeliğin veliahtlık sistemiyle saltanata dönüştürülmesine karşı çıkmaktı. Çünkü, bu sistemle idare Müslümanların seçip belirleyeceği bir idare olmayıp bir hanedana devredilmiş oluyordu. Ayrıca Yezid’in zorla ve baskı ile kendisine biat edilmesini sağlaması, ayrıca Yezid’in İslami emirler hususunda lakayt davranması, içki içmesi, safahat álemine dalması da ona karşı mücadelenin temel nedenlerini oluşturmuştur.

İslamiyet’in dinamik bir prensibinin Kerbela’da sergilendiğini görüyoruz. Bu dinamiğin iki bileşeni var; biri zulme ve zalime karşı direnmek, ikincisi gerektiğinde şehadet mertebesine ulaşmayı göze almaktır.

Kerbela hadisesi Sünni-Şii her Müslüman’ı derinden etkilemiştir. Peygamber hanedanına layık görülen bu zulmü İslam dünyası asırlardan beri nefretle anmaktadır. Bu nefretin sembolik yansıması da şudur: Hiçbir Müslüman çocuğunun adı Yezit değildir.

SORALIM  ÖĞRENELİM

Domuz derisinden deri mont veya ayakkabı giymek caiz midir?

Bir grup okuyucu

Kur’an’da yasaklanan domuz etinin yenilmesidir. Hz. Peygamber, bir hadisinde "dabaklanan her deri temizdir" buyurmuştur. Bu, domuz derisini de içine alan genel bir ifadedir. Dolayısıyla domuz derisinden yararlanmakta bir mahzur yoktur.

Aşure günü aşure tatlısı dağıtmak nereden gelmiştir, bunun dindeki yeri nedir?

Mehtap GÜCENMEZ

Aşure tatlısının ortaya çıkışına dair bir rivayet mevcuttur. Buna göre Nuh, tufandan sonra aşure gününü kutlamak için geminin ambarında kalan erzakı birbirine karıştırıp bir tür tatlı yiyecek hazırlamıştır. İçinde farklı malzemelerin kullandığı bu tatlı bir gelenek halinde günümüze kadar gelmiştir. Tabii bu bir rivayettir, ne derece sağlam olduğunu bilmiyoruz. Bilinen bir şey varsa; aşure pişirip dağıtmanın günümüzde halk tarafından güzel bir uygulama olarak sürdürülmesidir. Bu da sevginin pekişmesine bir vesiledir. Dini bir ibadet değildir.

Teheccüd namazının tam vaktini açıklar mısınız?

Celal TOPRAK/İZMİR

Teheccüd namazı, yatsı namazından sonra henüz uyumadan veya bir süre uyuduktan sonra kalkılıp sabah namazından önce kılınan gece namazıdır. Mendup veya sünnettir.



* Çocukların sünnet olması Musevilikte de var, bu konuda ne dersiniz?

Muzaffer İŞGÖRÜR

Sünnet olmak, İbrahim Peygamber’den gelen bir gelenektir. Bu uygulamanın Museviler ile Müslümanlarda da olması pek tabiidir. Çünkü, İbrahim Peygamber hem Musevilerin, hem de Hıristiyan ve Müslümanların saygı duyduğu ve milletine mensubiyetle iftihar ettiği bir peygamberdir. İlahi dinlerde ortak noktalar çoktur. Bu da onlardan birisidir.

* Kılamadığımız namazların yerine fidye versek namaz borcu üzerimizden düşer mi?

Fatma GÜNDOĞDU

Sizin söylemek istediğiniz "ıskat-ı salat"tır (namazından zimmetten düşürülmesi). Herhangi bir sebeple vaktinde kılınmayan ve böylece yükümlünün zimmetine borç olarak geçmiş bulunan namazların bir tek ödeme yolu vardır, o da kılamadığınız namazları kılmaktır. Yani kaza etmektir. Bundan başka namazın zimmetten düşürülmesi için bir yol yoktur. Namaz, tutulmayan oruçlar gibi değildir. Oruç için fidye verilmesi hakkında Kur’an’da ayet vardır. Fakat, kılınmayan namazlar için fidye verileceğine dair bir ayet yoktur.



Yazarın Tüm Yazıları